MUM
Babasına sarıldığında son kez olduğunu anlamıştı. Belki de anlayamamış, sadece hissetmişti. Kollarını babasının boynundan sökebilmek için çok uğraşmışlardı.
Henüz yedi yaşındaydı ona gücü yetmediklerinde.
Kız, küçücük kalbinin ellerinin arasından kayıp gideceğini anlamış gibi sımsıkı tutuyordu babasının boynunu. Babası sona kalan birkaç sayılı nefesini minik kızı için feda etmeye dünden razı, kaçırmıyordu boynunu.
Gece acımasız, her seferkinden daha da karanlıktı. Senenin en uzun gecesi, kısacık ömrünün en acı günüydü.
Ağlıyordu.
Ölümün henüz aklına nakşedilmemiş olan gerçekliğinden habersiz, sadece ağlıyordu.
Bir şey oluyordu, hissediyordu. Bir ağırlık vardı gecede. Dökülemeyen göz yaşları… Yakılamayan ağıtlar… ve açık unutulan radyoda çalan bir şarkı! “Elbet bir gün buluşacağız. Bu böyle yarım kalmayacak…”
Kız o gece yarım kaldı.
Söküp aldılar babasını ellerinden.
Ne vardı biraz daha sarılsaydı?
Soğuktu, çok soğuktu babası; aynı bu gece gibi! “Bırakın ısıtayım” diyordu ama dinlemedi annesi. ‘Kimse ısıtamazmış artık babasını.’ Alıp götürdüler babasını yatağından.
En güzel ayakkabısını koydular kapının önüne. Kız içeriye aldı ayakkabıları, sakladı dolabın en arka köşesine. Buldular, koydular geri. Kız anladı, gidecek o ayakkabılar; aynı babası gibi.
Bir çok insan geldi evlerine. Bazıları ağladı, bazıları konuştu, bazıları ise sırf helva yemeye gelmişlerdi sanki. Dualar edildi, mevlitler okundu.
Kız anlamadı babasının ardından ne söylendiğini.
Sordu! Allah günahlarını affedecekmiş böylece, babasının.
Kız ağladı, hem de çok ağladı “babamın günahı yok” diye.
Kokusu vardı babasının, kapının girişinde duran terlikleri, bir de eve geldiğinde “Nerde benim güzel kızım?” diyen sesi…
Ama günahı yoktu babasının.
Yedi gün geçti.
Yedi mum söndü.
Kırk gün geçti.
Tek bir mum kaldı yanan babasından geriye. Işığının güçsüzlüğüne aldırmadı kız. Mumun söneceğini anladı. Bitmeye mahkum olduğunu anladı. Bir şey yapmalıydı! Kimse anlamadı kızın ne yapmaya çalıştığını. Dimdik duruyor, mum gibi eriyordu. Doktorlar geldi evlerine, hastaneler arşınlandı eriyip bitmesin diye…
Kız bir rüya gördü.
Olması gereken mum değildi, ışığıydı.
Işık oldu kız, babası unutulmasın diye. Yandı ama sönmedi. Eridi ama eridiği yerde tekrar bütünleşti.
Hiç bitmedi!
Işığını zayıf bulanlar oldu. Bazılarının gecelerini aydınlatamadı belki de… Ama o yanmaya devam etti. Yanmadan yakamazdı, biliyordu.
Uyuyor babası anasının göğsünde. Bekliyor kızını sarabilsin diye. Kızı aydınlık, kızı ışıl ışıl! Babasının yatağı nur içinde.
Rahat uyuyun babalar…
Kızlarınız hep sizlerle.
1973 Manisa doğumluyum. İşletme Fakültesi mezunuyum. Otuz seneye yakın özel sektörde görev aldım. Kariyerimin son 15 senesini yüksek öğrenim yurt müdüresi olarak tamamladım. Basılmış bir adet kitabım bulunuyor. Bazı dergi ve blogların yazarıyım. Bir defter ve bir kalemle hayatın anlamını buldum.
Yazı çok yüklü olmasına rağmen kelimeler akmış, yazmak kolay olmamıştır belki ama okurken, sizinle yaşadım desem yalan olmaz, çok güzeli sade ama bir o kadar da etkili anlatım. Müthiş.