BİR ÇAĞ YANGINI
Dolaptan beyaz bir gömlek alır gibi, sabahları sade, tertemiz, keyifli bir günü seçmeyi ne çok isterdim. Artık beyaz ya da başka bir renk fark etmiyor gerçi. Şairin dediği gibi “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu. Birinciliği beyaza verdiler.” Hangi renk olduğu fark etmeksizin, ne hızlı kirleniyor, kirletiliyoruz.
Günümüz, fikrimiz, bakışımız, hayatlarımız. Tertemiz insanlara ihtiyacımız olduğunu her birimiz söylüyor, dürüstlük konusunda ahkam kesiyor, hatta belki de temiz, iyi olma çabası gösteriyoruz ancak ne yapsak olmuyor. Gerçeğin gözleriyle bakıldığında çoğumuz siyah-gri kırçıllı geziyoruz.
Bu sabah müsaade istesem dedim bu kirli düzenden. Yoklamada beni yok yazın olmaz mı? Gönlüm hep yok yazılmak istiyor aslında, hatta devamsızlıktan kalmayı da.
Mümkün olsa keşke… Dün çok eski ve can dostuma iki defa aynı cümleyi kurunca, saflığın ve masumluğun ne kadar özlenir bir durum olduğunu, kendi cümlelerim başıma başıma vurdu. “O kadar saf ve temizsin ki, sana gerçekleri anlatmak, seni kirletmek olacaktı. İstemedim…” derken. Can dost çok güldü ama benim şu kirli hayata, saflığımızı kaybetmemize, maruz kaldığımız kirliliklere içim yandı.
Masumiyet… Ne büyük meziyet ne büyük hazine. Merhamet de beraberinde… O, sadece kalbimizin masum tarafına konan, minik beyaz, en ufak tereddütte uçacak, bembeyaz kuş. O beyaz kuşa eziyet eden kendini sonsuz karanlığa mahkûm ediyor aslında.
Kim daha büyük yalancı? Masalı çok iyi anlatan mı? Kendini masal kahramanı sanan mı? Kendi yalan dolan masalına, en küçük ayrıntısına kadar inanan mı? Masalı dinlerken inanmayı tercih eden mi? Hayatını kendi masalları arasında kaybederken ne olduğunu anlayamayıp, sözlerine inanmayanlara hiddet duyan, sözlü-sözsüz şiddet uygulayanlar mı?
Uzaklara bakmaya gerek yok. Yakın geçmiş ve bu günümüz masallarla dolu. Okuduğumuz haberlerin bile gerçekliğine inanmakta zorlandığımız ya da “hadi canım o kadar da değil” dediğimiz günlerden geçiyoruz. Aslında hepimiz de farkındayız masala tutunmaktan vazgeçtiğimizde, ulaşacağımız şey gerçeğin ta kendisi olacak.
Mevzu: Gerçeğe ulaşmayı, sorunu kabul etmeyi ve en önemlisi gereklerini göze alabiliyor muyuz?
Gerçekten masum kalmak istiyor muyuz?
Ne yazık ki; gerçek dışı haklılıklar dünyası kurarak, ezerek, üzerek, kırarak, anlamayarak, bir kişinin onayının bile “bak haklıyım“ denilebilmesine yettiği ve kişisel tatmin sağladığı tuhaf zamanlardayız. Şiddete karşı olup şiddet uygulayan, silaha karşı görünüp zehiriyle öldüren, sevgi, saygı, dürüstlüğü dilinden düşürmeyip, algı yaratıp, başta kendisi, herkesi inandırıp, olmadı mı, mağduriyet yaratıp, beslenmek için her daim bir yol yöntem bulan, masumiyetini, merhametini kaybetmiş kalpler zamanı…
Şarkıdaki gibi:
Eller günahkâr, diller günahkar
Bir çağ yangını bu bütün
Dünya günahkâr
Masum değiliz
Hiçbirimiz…
Artık onlardan çok. İşte bu yüzden renklerimizi kaybettik, gülüşlerimizi kaybettik, samimiyet ve gerçek ise uzaklarda bir köy.
Aslında her birimiz yara bere içindeyiz. Her yara anlatılmıyor, anlatılamıyor, her yara geçmiyor ve birçoğu da görünmüyor. Daha önce sağlam yara alanların, almasa da empati yeteneğini gerçek anlamda geliştirenlerin ve aslında insan olma, insana insan gibi davranma çabası gösterenlerin, başkasının evinde o yaralara basma korkusuyla, nazikçe yürümeye çalıştığı zamanları özlüyorum.
Masumiyeti, merhameti, birbirimizi o sevdiğimiz, daha insan olduğumuz zamanları özlüyorum.
Hızla yaklaşılıyor siyaha. Siyahtan öte bir renk yok ve siyah aslında tüm kusurları kapatmıyor, “burada kusur var” diye bağırıyor. Aslında savaş, kendi savaşımız bitmediğinden barışla sonuçlanmıyor.
Canım, kadim dostum, bak… Yaptığımız konuşma, neler düşündürdü bana. Senin gibi insanlar varsa, umut da var aslında.
Evet… Beyazı bırakalı çok oldu. Gerçekten en hızlı kirlenen oydu. Maviye takılı artık gönlüm.
Şarkı devam ediyor, aynı kısım aklıma takılıyor, iki kere, beş kere, tekrar, tekrar…
“İçindeki çocuğa sarıl
Sana insanı hatırlatır…”
Cümlemi yeniden yazıyorum: Bu sabah dolaptan deniz mavisi bir gömlek alır gibi, huzuru, güveni, gerçekliği, masumiyet ve merhameti seçiyorum. Devamsızlıktan kalmayı seçtiğim şu kirli düzene sırtımı dönmeyi başarmak ve mavi gömleğimi kimsenin de kirletmesine izin vermeden, tertemiz tutmak istiyorum.

Hep yazdım, kendimce…
Bazen kısacık cümleler, bazen uzun sayfalar…
Küçük sözleri, duyguları, durumları bir cümleyle,
Ki benim için anlamları büyük diye…
Söz uçar da yazı kalır diye…
Sevdiklerime yazdım unutmasınlar diye,
Kendime not, geleceğe mesaj, hatırlatma, uyarı…
Hatırlayayım diye
Benden bir iki cümle kalsın diye.
Masal okul sırasında yazılıp silinen cümlelerle başlamış
Bilememişim…
“Sende bir sürü şiir vardır, göndersene…” cümlesiyle devam etmiş…
Ruhumun martıları o gün uçmuş işte mavilere…
Şimdi de bazen şiir, bazen yazıyla devam ediyor bu yolculuk,
Kendi halinde…
Açık, koyu, soluk, canlı…
Ama mavice…
Harika bir yazı, milyonların duygularını dile getirdiğinizden adım gibi eminim, yorulduk, bıktık, usandık ve hepimizin ihtiyacı var o deniz mavisi gömleğe. Kaleminize sağlık
Nasıl güzel anlatmışsınız, bayıldım, harikasınız.
Ben de kendimi yok yazdırmak istiyorum, harikasınız, ne güzel ifade etmişsiniz içinde bulunduğumuz durumu.
Daha güzel ifade edilemezdi içinden geçtiğimiz bu çağ. Kalemine sağlık. Harika tespitler ve umutla başladım bu güzel sabaha. Sayende:)