Şimdi yükleniyor
×

BU YILIN MEKTUBU

Bu Yazı 6 dakikalık okuma süresine sahiptir.

ajax-loader-2x BU YILIN MEKTUBU

Şimdi dünya herkesten yapılmış bir gönül yorgunluğu. Şimdi dünya soğuk… İnsan büyüdükçe ayrılıyormuş sevdiklerinden. İnsan güzellikten önce korkuyu görüyormuş. Şimdi dünya, eşiklerde bir salkım gözyaşı…
Şükrü Erbaş

Bana karşı hassasiyetini biliyorum, çok da içimi titretiyor. Ancak, yapma, bu kadar hassas olma, insanoğlu fani. Üzülürsün…” demiştin. Biliyordun nasıl zorlanacağımı, daha o zaman, yokluğunda geleceğim hale hazırlarken beni, yemyeşil gözlerindeki yaşları görmüştüm. Hani hassas olmayacaktık? Senden öğrenmiş olabilir miydim acaba hassasiyeti?

Huzur…du senin evinin adı. Babaevi… En rahat uyuduğum, en güvenli yer…di. Kimi zaman ne durumda olduğumu belli etmemeye çalışarak gelirdim de yanına daha kapıda anlardın halimi. Hiç neyin var demedin sen. Gerek yoktu çünkü içimi gördün, beni bildin, sesimden, duruşumdan, bakışımdan anladın, kollarını bana her daim açtın. Omuzunda başımın, avucunda elimin hep yeri vardı. Neşeli geldiğim günlerdeyse kalbinin pır pır uçuştuğunu görürdüm, katlanırdı neşemiz. Oğlumun “dedo”su. Onun için de ne güzel anılarla doldurdun evlerini. 

Sorarım… Evler kalıyor, giysiler, fotoğraflar kalıyor da, insanlar neden bu kadar hızlı gidiyor? Kalemlere, kağıtlara, kitaplara, saatlere, masalara, sandalyelere bile kızdım senden sonra. ‘Siz gitseydiniz de, babam kalsaydı ne olurdu’ diye. Gittiğin gün bir anda çocuk oldum, anlamadım, istemedim, kabul de etmedim. Sadece seni istiyordum. Annesinin eteğini çekip ‘İstiyorum’ diye bağıran küçük kız çocuğuydu içim. Kızgınlıktan ağlayamadım, kalbimin kenarındaki duvarın üstünde yalnız başıma oturmuş, gelmeni bekleyerek öyle kaldım. Bir daha gelmeyecekmişsin gibi konuşanlara içimden çok sinirlendim, çok kırıldım. Sonra… Sonra o günün kara gecesi, çok hızlı büyüdüm, bulunduğum yaşı da geçerek, koca kadın oldum.

Bu sene çok farklı oldu baba… Sensiz, senin evinde, her an sen aklımda, köşeden gelen her tıkırtıda geliyor musun acaba diyerek, şimdi iki kedinin keyifle oturduğu senin koltuğuna bakarak, mutfak masasında yerine oturmayarak, arada bir sırtımdaki ‘ha gayret’ diyen elini hissederek, o elimden içmeyi çok sevdiğin Türk Kahvesini her yapışımda şimdi olsaydın neler söylerdin kelime kelime hatırlayarak, tanımadan seni seven eşime sık sık senden bahsederek aylar geçti. Galiba en çok bu yıl yordu beni sensizlik. Çok zorlandım, çok ağır geldi, senin evin ama sen yoksun. Her köşesinde senden bir anı, bir fotoğraf ve ne tuhaftır ki ses. 

Anılar güzel tabii ancak acı tarafları; o anıyı çoğaltamayacağını bilmek. Tekrar yaşayamıyorsun, bir adım ilerisine gidemiyorsun. O anda o kadar, bir saniye sonrası yok, duruyor, kalıyor, orada öylece sessiz sakin hatırlanmayı bekliyorlar. 

Peki ya sesler? “Sesini hatırlama isteği” ne demek, “Sesini unutmaktan korkmak” ne demek, en derin seninle yaşadık biz. Biz diyorum, oğlum ve ben. Teknolojiden faydalandık, iş edindik aradık ve bulduk birkaç tane video. İlk duyduğumuzda “evet dedik işte ya, işte o, yeniden, nihayet onun sesi…” Tekrar, tekrar, tekrar dinledik, o günlere döndük, anlatamam nasıl mutlu olduk, birbirimize gülümseyerek bakarken, yine senin sesinle huzurla dolduk. 

Peki baba kokusu… Ah işte o… O çok farklı. İlk aylarda sana ait eşyalarda buluyordum ama zamanın ilk ve en hızlı azalttığı, sonra da sıfırladığı o oluyor işte. Hep aklımda aslında sana özel, tertemiz kokun. Beynim arada oyun oynayıp burnumun ucuna getiriyor ama ne yazık ki gerçekliğinden emin olamıyorum. Gerçek olabilir mi ki? Bunu anlamak, anlatmak kelimelerle mümkün mü ki? 

Geçen gün bir tanımlama okudum, kim yazmıştı hiç hatırlamıyorum. “Özlemek, öz-le-mek, onun özünün seninkinde azalmasından telaşlanmak”. Hemen seni düşündüm, kabul etmedim konu sen olunca, özlemek kelimesi geçerli olamaz bizim için, özün bende azalamaz dedim. Halbuki ne kadar insana dair ne kadar gerçek “zaman ve azalmak”. Ama yok, azalmayı kabul etmiyor aklım.  Gidişinden beri saymadığım şu son yıllar, üzülmek, ağlamaktan çok, nerede ne dediğini, nasıl davrandığını, nelere gülüp nelere kederlendiğini, neyi düstur edindiğini ve neleri öğrettiğini hatırlamakla geçti. Unutmamam gerekiyordu (hatta aktarmam gerekiyordu), inanılmaz tecrübe vardı içinde, insanlık vardı üstünde, dürüstlük vardı tabanında, iyilik ve sabır vardı özünde. Mutluluk sebebiydi varlığın. Halâ azalmadıysan içimde, yaşattığın mutluluklardan, tüm sevgini damarlarımdaki kana kadar hissettirmenden. Bana, kardeşime ve hepimize ve tanıdığın herkese yaptığın o muhteşem babalığından. 

Her yaralandığımda aklıma sen geliyorsan, sık sık ‘Şimdi bu durumda ne yapardı? Ne derdi?’ diyorsam, sözlerin eksik parçalar gibi zamanla hayatımda tam da yerini bulup oturuyorsa, o son zamanlarda sevdiğin iki şarkıyı her geçen gün daha da iyi anlıyorsam, her sevincimde senin de güldüğünü hissediyorsam… Ve hatta şu göremediğim yıllarda seni daha iyi anlamaya başladıysam. Özlemek kelimesini kabul edemem işte.

Yine de kadere teslimiyet, konu sen olunca kalbimi incitiyor. “Bazı insanlar daha uzun yaşamalı” sözünü sık sık söylüyorum. 

Gidişinden bugüne kadar sana yazdığım her mektubumun içine çocukluğumdan bir anı koymuştum. Bu mektupta da yetişkinliğimden…

Karşılayışların… “Güzel karşılanmak” diye bir şey var hayatta. Yüzündeki aydınlanmayla “Oooo… Aman efendim, kimler gelmiş, kimler…” le başlayan, arkada göz ucuyla torununu arayan, onu gördüğünde bin kat daha ışıldayan, bize sımsıkı sarılan hallerin çok sık geliyor aklıma. Yoksunluğum oldu, yoksulum artık bu karşılanmalardan. Sadece sözde değil özde o mutluluğu hissettirişlerin, yanında olduğumuz sürece yüzümüzün gülüşleri, senin huzurumuz, neşemiz için çırpınışların.  

Ve bir de her defasında içinden bir parçayı benimle, bizimle gönderdiğini gözlerimle gördüğüm, “Allaha emanet olun, dikkatli olun” ile yetinen daha sessiz, yola kadar çıkıp, gözden kaybolduğumuz son ana kadar gözlerin dolu dolu arkamızdan el salladığın “Uğurlayışlar” var. Uzun süre aklımda o halinle kalırdın. Son görüşümün fotoğrafını çekerdi beynim. Oğluma belli etmemeye çalışır, yol boyu içimden ağlardım. Bu sene en çok o fotoğraflar akıyor gözümün önünde.

Sen hayattayken de sarsardı beni senden uzak olmak. Şimdi… Şimdi ise bu duygunun ismi çaresizlik. 

Senin özünün bende azalması… Mümkün değil işte. Özümde, gözümde, ruhumda, aklımda her gün daha da artıyorsun babam. Kızıyorsun biliyorum, o yüzden uzatmayacağım daha fazla. “Üzülmek yok, hayatı kaçırma, önüne bak” lafını, unutmuş değilim daha birçokları gibi. Ne sözlerin ne sen… Unutabilir miyim, bu akıl bu başta oldukça. Koşulsuz sevgi ve fedakarlıkla, hayatıma mutluluk, sıcacık güzel anılar, bakışlar, kahkahalar, sonsuz güven ve sevgi katan birini? Seni? Hayatı sabırla, ince ince, tertemiz öğretenimi. Babam, seni kim unutabilir ki? 

Çok şanslıyız geride bıraktığın bizler, iki kız kardeş, üç torun. Sen vardın hayatımızda. İyi ki sendin. İyi ki bizimdin.

Peki ya seni görmek… İşte o rüyalara kaldı. “Haydi gel bekliyorum” diyordun ya telefonlarda. Şimdi ben söylüyorum. “Haydi gel, daha sık gel, rüyalarda buluşalım, oturup, birer kahve içip konuşalım

Bu yazıyı nasıl buldunuz?

Genel oy oranı / 5. Oylama Durumu

Şu ana kadar değerlendirme yapılmadı! Bu gönderiye ilk değerlendiren siz olun.

Bu yazıyı beğendiğinize göre...

Bizi sosyal medyada takip ediniz.

Bu yazı size hitap etmediği için üzgünüz!

Kendimizi geliştirelim!

Hoşunuza gitmeyen noktalar neler oldu?

Hep yazdım, kendimce... Bazen kısacık cümleler, bazen uzun sayfalar... Küçük sözleri, duyguları, durumları bir cümleyle, Ki benim için anlamları büyük diye... Söz uçar da yazı kalır diye... Sevdiklerime yazdım unutmasınlar diye, Kendime not, geleceğe mesaj, hatırlatma, uyarı... Hatırlayayım diye Benden bir iki cümle kalsın diye. Masal okul sırasında yazılıp silinen cümlelerle başlamış Bilememişim... “Sende bir sürü şiir vardır, göndersene...” cümlesiyle devam etmiş... Ruhumun martıları o gün uçmuş işte mavilere... Şimdi de bazen şiir, bazen yazıyla devam ediyor bu yolculuk, Kendi halinde... Açık, koyu, soluk, canlı... Ama mavice...

Abone Olun
Bildir
guest
8 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Aslıhan Özbek
Aslıhan Özbek
14 Temmuz 2024 09:21

Sima Hanımcığım duygularımı kelimelere dökmekte zorlanıyorum, boğazıma diziliyor… Mekanı cennet olsun babacığınızın, nurlar içerisinde uyusun. Harikasınız

BEAD
BEAD
12 Temmuz 2024 09:36

Simla Hanım, yüreğimde sızı, gözümde yaşla içimde hissettim her bir cümlenizi. Baba acısı geçmiyor, hele ki böylesine tutkuyla bağlı olan kız çocukları için mümkün değil azalmıyor. Rahmetli babacığınızın mekanı cennet olsun, sizde huzurlu olun, cennet annelerin ayakları altındadır derler ama kızları tarafından bu kadar çok sevilen babalar el üstünde cennet kapısından geçerler. Sevgiyle kalın.

Meral
Meral
11 Temmuz 2024 13:08

Ah Simoşum ah darmadağın ettin beni , şu an ağlayarak yazıyorum uzun zamandır bastırdığım baba özlemi sayende patladı, sel oldu aktı yaşlar durduramıyorum kendimi Mekanı cennet olsun nurlarda uyusun, uyusunlar hepsi. İyi ki senin gibi bi evlat yetiştirmiş biz de şanslıyız ki seni tanıdık, Eline yüreğine sağlık arkadaşım ❤️❤️❤️

Seher vakti
Yazar
11 Temmuz 2024 09:00

Sendeki bu baba özlemi, benimkini de tetikliyor. İyi babaların gümbür gümbür izleri kalıyor. Ne güzel ki seni yetiştirmiş. Mekanı cennet olsun

Okumaya Değer
İKİ YIL SAVAŞLARI (MASALIMSI)Beni siyah zırhıyla dinliyorduİçinde küllendirdiği ateş tekrar tutuşmak üzereydiİzin vermiyordu suskunluğu.....Mutlu günlerin yeşil yolları vardı, yağmurları vardı…
8
0
Yorumlarınızı merak ediyoruz.x
Garip1Blog
Gizliliğe genel bakış

Bu web sitesi, size mümkün olan en iyi kullanıcı deneyimini sunabilmek için çerezleri kullanır. Çerez bilgileri tarayıcınızda saklanır ve web sitemize döndüğünüzde sizi tanımak ve ekibimizin web sitesinin hangi bölümlerini en ilginç ve yararlı bulduğunuzu anlamasına yardımcı olmak gibi işlevleri yerine getirir.