Edebiyatın Ebedi Gıybetleri – Bölüm 1
PİRAYE ve NAZIM HİKMET
Sene 1930…
Samiye hanımın kız arkadaşı kızıl saçlı Piraye…
Samiye’de Nazım’ın kız kardeşi…
Bir gün Piraye ve Samiye buluştuklarında Nazım Hikmet de katılınca bu ikiliye, tanışıyorlar. Piraye genç kızlığında uzaktan hayran olduğu bu adamdan, tanışınca ayrıca etkileniyor. Boşanma aşamasında Piraye ve iki çocuğu var. Nazım ilk evliliğini yaptığı Nüzhet Hanım’dan yeni boşanmış. O da aşık oluyor tanıdıkça Piraye’ye. Her ikisinin ailelerinin olumsuz yaklaşımı, Piraye’nin bu ilişkiden kaçmasına sebep olsa da, sonunda Nazım onu ikna ediyor.
Piraye için yazılan ilk şiir:
Abe şair,
bizim de bir çift sözümüz var
«aşka dair.»
O meretten biz de çakarız
biraz..
Deli çığlıklar atıp avaz avaz
burnumun dibinden gelip geçti yaz
sarı
tahta vagonları
ter, tütün ve ot kokan
bir tren gibi.
Halbuki ben
istiyordum ki gelsin o
kırmızı bakır bakracında bana
sıcak süt getiren gibi…
Fakat neylersin,
yaz böyle gelmedi,
yaz böyle gelmiyor,
böyle gelmiyor, hay anasını… şey!..
EEEEEEEEEY…
kızım, annem, karım, kardeşim
sen
başında güneşler esen
altın gözlü çocuk,
altın gözlü çocuğum benim;
deli çığlıklar atıp avaz avaz
burnumun dibinden gelip geçti de yaz,
ben, bir demet mor menekşe olsun
getiremedim
sana!
Ne haltedek,
dostların karnı açtı
kıydık menekşe parasına!
1930
1932 yılında evlenmeye karar verir Piraye ve Nazım. Önce hep beraber bir köşke yerleşirler. Eylül ayında Piraye’nin önceki eşinden boşanması gerçekleşir. Tam artık herşeyin güzel olacağını düşündükleri zaman da Nazım Hikmet’in “Gece Gelen Telgraf” isimli kitabının toplatılmasıyla başlayan süreç, idam talebiyle bir dava açılmasıyla sonuçlanır. Nazım tutuklanır. Uzun süren duruşmalar neticesinde cezası birbuçuk yıla iner Nazım’ın. Bu zaman zarfında Piraye’ye aralıksız şiir ve mektuplar yazmıştır.
Bir tanem!
Son mektubunda:
‘Başım sızlıyor
yüreğim sersem! ‘
diyorsun.
‘Seni asarlarsa
seni kaybedersem; ‘
diyorsun;
‘yaşayamam! ‘
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlarda
ölüm acısı.
Diye başlayan şiirini şöyle sonlandırır Nazım;
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.
Daha sonra hapisten çıkar Nazım. Sessiz sedasız evlenirler ve İstanbul’a yerleşirler. Ancak Nazım Hikmet 1938 yılında “vatana ihanet” suçlamasından hüküm giyerek Bursa Cezaevi’ne gönderilir. Kimse bu evliliğin devam edeceğine inanmaz. Ancak Nazım ve Piraye aşkı büyüyerek devam eder. Tam 12 yıl boyunca mektuplaşırlar. Nazım’ın muhteşem aşk şiirlerin büyük kısmı bu yıllara aittir.
Ben senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin…
Fedakârlığımı anlıyorsun: vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız, külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar…
Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak iki çiçek açacak:
biri sen, biri de ben.
18 Şubat 1945
Piraye, Nazım’ın diğer yazdıklarının da yorum ve eleştirmenliğini yapar. Yıllar boyunca, İstanbul’da iki çocuğuyla beraber yoksullukla mücadele etse de eşine bunları yansıtmaz ve hapishanedeki Nazım’a temiz çamaşır, bol miktarda kitap ve azalmayan, sonsuz sevgisini götürür Piraye. Bu yıllarda Nazım tarafından Bursa hapishanesinde “Memleketimden İnsan Manzaraları” yazılmaktadır. Piraye’ye yine bu yıllarda yazdığı “Karıcığım” sözüyle başlayan mektuplar da en az onun kaleminden çıkan şiirler kadar şahanedir.
Karıcığım,
Sen meğerse nasıl her şeyimmişsin benim…Seni sevmek benim içimde, toprağı, suyu, güneşi, hayatı ve fikri sevmekle birbirine karıştı. Sen ciğerlerimdeki nefes, gözlerimdeki ışık, kalbimdeki çarpıntı ve beynimdeki düşünce gibisin. Neyi düşünürsem seni düşünüyorum. Neyi görsem seni görüyorum.
(7 Mart 1934)
Ben teselliye muhtaç değilim karıcığım, sen de teselliye muhtaç olma…Teselli, ekseriya, tamiri mümkün olmayan hadiseler karşısında verilir ve alınır. Halbuki bizim halimiz öyle değil. Arada yalnız bir daha geri gelmesi kabil olmayan bir sene daha meselesi var. Senden uzak bir senenin ne demek olduğunu kalbim yüzüme karşı haykırıyor. Fakat aklım sabret diyor, sen ona hudutsuz bağlısın, o senindir hudutsuz…Uzun bir yolculuğa çıkmış san kendini, uzun bir yolculukta sansın o seni…Bir yıl sonra, alınlarımız belki biraz daha kırışık, yüzümüz belki biraz daha çizgili, kanımız belki biraz daha ihtiyarlamış, fakat sevgimiz, birbirimize inanmamız sarsılmamış, yangından çıkan, ateşten geçen bir çelik parçası gibi temizlenmiş ve kuvvetlenmiş, gençleşmiş ve tecrübelileşmiş olarak kavuşacaksınız…Büyük bekleyişler, felaketler büyük bağları ve sevdaları bir kat daha büyütür…
Karıcığım! Üzülme! Senin üzülmenden başka benim kendime ait olan hayat parçamı üzecek bir şey yoktur. Sen, seni on yıl daha beklerim, diyorsun…İnanıyorum, sevinçle, neşeyle inanıyorum, çünkü ben daha on yıl yatsam sen daima içimdesin!
(6 Şubat 1934)
Biriciğim,
Üç gecedir rüyamdasın. Acaba ben senin hiç rüyana giriyor muyum? Girsem herhalde duyardım. Bu kadar güzel bir gezinti yapıp farkında olmamam kabil değil. Ne fena, demek, ben senin rüyana hiç girmiyorum. Çok bedbahtım, karıcığım.
Öyle çok şey söylemek istiyorum ki hepsini hemen söylemek için acelemden yazım berbat. Sen bile okuyamayacaksın diye ödüm patlıyor.
Ne zaman kavuşacağız? Bir masanın etrafında oturacağız. Bir yatakta yatacağız, yan yana dolaşacağız. Ben sana güzel yemekler pişirip, harikulade romanları ne zaman yazacağım. Artık çıkar beni burdan, karıcığım.
(26 Ocak 1939)
Seni seviyorum karıcığım. Seni bahtiyar etmekten başka bir şey düşünmüyorum. Ve demirlerimin üstüne yemin ederim ki bahtiyar olacaksın.
(11 Temmuz 1939)
Sana benim yazmak isteyip de bir türlü düsturlaştıramadığım en güzel hisleri, en kuvvetli fakat en feci şekilde sen mektubunun sonuna yazmışsın: Sen olmasan ben ölürdüm, diyorsun…Ben de öyle bir tanem. Ve bu böyle olduğu, birbirimizi bu kadar, yaşamanın manası olacak kadar sevdiğimiz için, her şeye rağmen, yaşamaya en çok hakkı olan iki insanız…Ve son nefesimize kadar, bütün dertlerimize, ıstıraplarımıza rağmen, tam manasıyla yaşamanın ne olduğunu anlamış iki insan saadetiyle birbirimize kopmaz bağımızı her gün her saat biraz daha kuvvetle öreceğiz, düğümleyeceğiz…Sen olmasan ben yaşamayacaktım, karıcığım…
(Tarihsiz)
Karıcığım,
Piyes biter bitmez, hemen arkasından şu küçük şiiri de yazdım:
Sende, ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
sende, ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
sende uzaklığı,
sende, ben, imkansızlığı seviyorum.
Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
ve kan ter içinde, aç ve öfkeli,
ve bir avcı iştihasıyla etini dişlemek senin.
Sende, ben, imkansızlığı seviyorum,
fakat asla ümitsizliği değil…
(Tarihsiz)
Piraye yoksulluk, çocukları ve yanlızlıkla mücadele ederken, Nazım’ın ziyaretine dayısıyla beraber kızı da gelir. Nazım, gençliğinden de tanıdığı Münevver isimli bu genç kızdan çok etkilenmiştir. Gizli aşk mektuplarıyla onun kalbini çalmayı başarır ve böylece Münevver’in Bursa Cezaevini ziyaretleri sıklaşır.
Bir süre sonra olanları anlar Piraye. Ancak Bu kadar uzun bir bekleyişin ardından bu ihaneti kendisine konduramaz. Ne yazık ki kısa zaman sonra Nazım’dan kendisine gelen bir mektup, onu acı gerçekle yüzleştirir. Ona “Bu yazılar, seni benden önce görmek bahtiyarlığında oldukları için onları kıskanıyorum” dizelerini yazdıran Piraye’den boşanmaya karar vermiştir Nazım:
Piraye
Aramızdaki münasebetlerden birisi olan fakat zaten bilfiil çoktandır mevcut bulunmayan ve daha senelerce de mevcut olamayacağı anlaşılan karı kocalık münasebetimizi, kadın erkek münasebetimizi tasviye etmemiz, kesmemiz gerekiyor. Bunun icap ettiğini uzun muhakemelerden nefsimle yaptığım işkenceli müsahabelerden sonra anladım. Ve sana bir gün bile fazla yalan söylememek için bu münasebetin artık kesilmesi gerektiğini işte hemen yazıyorum. Sen yine benim en yakın insanımsın. En yakın dostum ve arkadaşımsın. Çocukların çocuklarımdır. Bu tarafımızda hiçbir şeyin değişmeyeceğine inanıyorum. Fakat artık karı kocalığımız devam edemez. Bu bağımızı bağlarımızdan ancak bir tanesi olan bu münasebetimizi kesmemiz lazım geliyor. Sana yolladığım bu mektupla beraber ben karı koca münasebetimizin kesilmesi için gereken yerlere müracaatımı da yapmış bulunacağım.
Bütün bu olan biten şeye rağmen yakın iki insan olarak kalacağımızı biliyorum. Benim başım sıkıştığı zaman hapiste olayım, dışarıda olayım yine sana koşacağım. Sen de öyle bana koşacaksın. Ömrümün en güzel senelerini, en iyi eserlerini sana borçluyum. Onlar manen ve maddeten senindir. Şimdilik Allah’a ısmarladık. Beni affet bile demiyorum. Her şeye rağmen beni herkesten ziyade anlayacak olan insanın yine sen olduğuna eminim. Ellerinden öperim.”
Nazım Hikmet
Aftan yararlanıp, hapisten erken çıkacağını düşünen Nazım’ın istediği gibi gitmez işler ve af söylentileri gerçek olmaz. Münevver de Nazım’la ilişkisini bitirir. İşte bundan sonra Nazım için bir pişmanlık başlar. Boşanmayı mektup sonrasında hemen kabul eden Piraye, Nazım’ın hiç bir barışma girişimini kabul etmez.
Nazım Hikmet’in hayatında Piraye’den ve Münevver’den sonra da farklı kişilerle aşklar yaşanacaktır. Ancak Piraye Nazım’dan sonra tamamen kabuğuna çekilir, bir daha evlenmez. 1995 yılında yaşama veda eder. Nazım ve Piraye aşkından geriye, Pirayenin tahta bir bavulda biriktirdiği mektuplar ve şiirler, ona ithaf edilmiş kitaplar kalır.

Hep yazdım, kendimce…
Bazen kısacık cümleler, bazen uzun sayfalar…
Küçük sözleri, duyguları, durumları bir cümleyle,
Ki benim için anlamları büyük diye…
Söz uçar da yazı kalır diye…
Sevdiklerime yazdım unutmasınlar diye,
Kendime not, geleceğe mesaj, hatırlatma, uyarı…
Hatırlayayım diye
Benden bir iki cümle kalsın diye.
Masal okul sırasında yazılıp silinen cümlelerle başlamış
Bilememişim…
“Sende bir sürü şiir vardır, göndersene…” cümlesiyle devam etmiş…
Ruhumun martıları o gün uçmuş işte mavilere…
Şimdi de bazen şiir, bazen yazıyla devam ediyor bu yolculuk,
Kendi halinde…
Açık, koyu, soluk, canlı…
Ama mavice…