ARABESK yahut YANGIN yahut ACIBİBER veyahut DÜNYA
Harflerimden kelime, kelimelerimden cümle, cümlelerimden bir yangın çıkarmak istiyorum.
Altını çiziyorum bazı cümlelerin. Çizerken cümlenin böğrüne saplıyorum kalemi. En canımı acıtan kısmına… intikam alır gibi…
Haydi takip edin, ele-başı-çete-başı benim…
Sesler (müzik) de yolculuğa çıkarsa eğer, bir edebi, bir matematik, bir felsefe, bir mantık, fizik, kimya, resim tüm eğitim-öğretim takımıyla yola çıkıyoruz, haydi burdan dönüş yok…
Öncelikle hayatımızdaki tüm hafif yüklerden kurtuluyoruz. Tüm hafifliğiyle mutfaktaki plastikleri çöpe atıp, çelik gibi sapasağlam, cam gibi şeffaf olan pırıl pırıl olanları yanımıza alıyoruz. Ağır ve kallavi olanları… tüm gerçek dostlarımızı…
Kumsaati gibi yola akma vakti artık…
Çaktırmadan hatıralardan bir kaçını tıkıştırıp yükümüzün arasına (ki zaten açgözlü hatıraların huyudur, sen izin vermesen de kaçak yolcu gibi giriverirler araya gizli gizli)
Unuttuğunu hatırla… hep içinde olanları…
Aralıksız çalışan organlar gibi
Kişi kötü olsa da olmasa da aralıksız çalışır organlar, tüm hatıralar gibi…
Hatıralar açgözlü demiştik ya, bi bitmezler, bi doymazlar…
(bi arkadaşa bakıp çıkacağım diyerek sıvışırlar içeriye)
(kapısına izbandut gibi diktiğin iradeni yıka yıka gönül partisinin tam ortasına düşüverirler)
Denizin suyu mavi mi?
Bardağa doldurunca öyle gözükmüyor…
Gözyaşının intiharı ile şelalenin intiharı seyredilesi manzaralar…
Bir daha düşün deniz mavi mi?
İçindeki gecenin yıldızları sönmüştü (sokak lambaları da)
Bir sözler ordusu döküldü parmaklarının arasından. Özneleri yüklemleri alt alta üst üste, yer değiştirmiş karmakarışık;
ÇOCUK
Hüzün mevsiminden, herkesten daha fazla nasibini alıyordu
Hayal-kırıklığı bir çocuk
Annesinin tüm hayallerini tam ortasından kırıp bırakan,
Bir fidanı söküp atan dünyanın koynundan, annesinin koynundan,
Kendisi seçti, yola çıktı, yola küskün çıkmamıştı ama geride kalan herşeyi küstürdü…
Yolların küskünlüğünü çiğneye çiğneye,
Yorgun bir hız döktü yollara
Yorgun bir hızla kaçtı tüm dünyalık işlerden
dünyalık dediği, içindekiyle dışarıdakinin uyumsuzluğuydu
kimin kime dünya gözüyle baktığı bilinmiyordu
Yorgun kırgın bir hız dökülüyordu üstünden yollara neticede
İçindeki çocuğa, çocuğun içindeki çocuğa yakışmayacak bir ağır hazla…
ANNE
yaralarına,
yaradanına,
yorgun kırık dökük yıllarına sığınarak…
yangından kaçar gibi hız yapıyordu
hıza hız dişe diş göze göz
gözlerindeki bulutu dağıtmak imkansızdı
hız yaptıkça alevleniyordu
bulutlar tuşuyordu, tütüyordu, simsiyah çöküyordu
farketmemek imkansızdı
yüklüydü
dağ devirir-bir çağ kapatır gibi kirpiklerini devirdiğinde başlıyordu yağmur
her yaşını önüne katıp götüren
her doğumgünü mumu gibi üfleye üfleye söndüremediği…
(şelale de bir su değil mi?)
(deniz gerçekten mavi mi?)
BABA
(Kalabalığı dağıtmak amacıyla) havaya açılan ateş gibiydi gözleri
Açılan ateşin ortalığı aydınlatması gibi, her yeri aydınlatıyordu yine de
her şeye rağmen…
ateşin kendi kendini tutuşturduğu, hiç sönmediği…
yağmurun kararttığı gökyüzünü susturmak için, yağmuru durdurmak için hiç sönmediği…
(Yağmurun gücü yetmiyordu ateşi söndürmeye… Ateş yağmura kafa tutuyordu, hiç sönmüyordu, hiç sönmüyordu)
Yanıyordu, çoğalıyordu, aydınlatıyordu, güzelleşiyordu….
seyrediyorduk bu şöleni hepimiz…
BEN
Çocukluk sinyalleri…
Çocukluğumuz uzak, tanıdık ve ara sıra gördüğümüz uzaktan bir akraba gibi oldu ve çocukluk hayatın karakalem çalışması, sade, kolay, gözalıcı, cüretkâr,
Ne düşünürsen düşün, ne yazarsan yaz, hep çocukluğun-un sokaklarına çıkarır aklın seni
Yanlış bir yola girdiğimizde
(Yanlış yola girebilirsiniz
Tüm yolları bilmek zorunda değilsiniz)
Önce karıştıralım ipuçlarını, sonra çözeriz
İçeride sorular var
Başlıklar var sorular içinde
Hiçbir şeyin vaktini geciktirmemek lazım
Acıyı acıtmadan yaşamak lazım…
Akıntıya ters yüzmenin alemi var mı?
o yüzden yorulmuş olabilir miyim?
İnsanın en çok gözleri yorulur
gördüklerinden…
bakakaldıklarından…
donakaldıklarından…
Gözlerinin buzu çözülsün artık,
gökgürültülü, sağanak bir coşku’yla yağmur çiz, bulut çiz, gökyüzü çiz, ay çiz, güneş çiz…
ABLA
Herşeyi tekrar öğret bana,
kitaplarını, kitaplarımı okumayı öğret bana…
anne yüzlü merhametin saçlarımda gezinsin
bu arada anlat hep,
yeniden, defalarca…
kardeşim derken yine…
deniz köpükleri gibi tiril tiril…
tertemiz bir huyla…
vazgeçmediğin dertleri,
tarih’lerin hafızasını, yazgını,
bulmaca’lar çözer gibi dikkatini ver yine…
herşeyi yeniden anlat bana,
anlayamadığım herşeyi…
bütün eylüllerimi,
ve bütün kayıpların arkasına takılıp gidişini…
ve benim bakakalışımı…
İMA
Gece yağan kar
(ne kadar sessiz, ne kadar hüzünlü, ne kadar güzelsin)
Anneler çocukları hayatın uçurum kıyısından çekip alırlar genellikle… Anneler yoksa bu işi melekler üstlenir…
O da yoksa…
Bu çok ağır bir mesele
Kalbin atışı kaderin sesi derler
Acı bitmez, sadece değişir
Ölüm süsü vererek kaybettiklerin seni daha fazla üzmek istemezler,
gülümseyerek uyurlar…
içimin duvarlarına arabesk resimler astım…
bütün dünyanın gök-yüzü dev-rilmiş,
sözlerim altında kalmış gibi
hayat yolunu şaşırmış gibi, gri olmuş gibi
sessiz, soluk, susuz, dilsiz, suskun, anlamsız,
Yeni bir rota bulundu;
çatalın solundan devam edin,
varmak istediğiniz hedefe ulaştınız:
Yenilgi…
ve saire ve saire
vs.vs.
Mevsimlerin kızı Eylül…
Eylül’ün ise en bebek saati…
Ankara’da…
Bir Seher Vakti doğmuşum…
Çok seher vakitleri görüp günler devirmişim,
Büyümüşüm, büyürken düşüp kalkmışım,
Hayatı sevmişim herşeye rağmen,
Hayatın bir okul olduğunu, sevinçler, kederler, başarılar, başarısızlıklarla dolu, ama herşeyin geçici olduğunu görmüşüm…
Geçici olan bir çok şeyi yazarak kalıcı kılmışım, yazmayı ve okumayı çok sevmişim..
Ne yaparsam yapayım aşk’la yapmayı seçmişim… dil’den değil kalp’ten olsun diye cümlelerime çok özen göstermişim.
Sevmişim, sevilmişim, en çok aşk’ta takılıp kalmışım… evlat tatmışım, iyi evlat olmaya çalışmışım, vatanımı, bayrağımı çok sevmişim… İstanbul’a hayran kalmışım, böylece şehirlerin en güzelinde yaşamayı seçmişim…
Halen dostalarımın ve ezelden beri var olduklarını düşündüğüm dostluklarımın tadını çıkarmaktayım…