On Yumurta Kaç Öğetmen Eder?
Başlıktaki soruyu duymayan, hikayesini bilmeyen kaç kişi vardır bizim nesilden? Peki şimdi sokakta karşımıza çıkan gençlere bu soruyu sorsak cevapları ne olur acaba? En basit coğrafya sorularını bile yanıtlayamayan dört işlemden bir haber gençlerin hızla arttığı bir toplumun uzay çağına ayak uydurması beklenebilir mi?
Cumhuriyetin ilan edilmesiyle beraber Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin en çok mücadele ettiği alanlardan biri eğitimdi. İnanılmaz işler başarmışlardı. Yokluk ve imkansızlıklar içerisinde çok değerli hocalar, doktorlar, profesörler hatta ordinaryüs profesörler yetiştirmişti Genç Türkiye Cumhuriyeti.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü dönemin yöneticileri, bürokratları ve öğrencileri vatan sevgisiyle doluydu. Terk dertleri vatandı.
On yumurta kaç öğretmen eder?
Köy Enstitülerinin en güzel hikayelerinden biridir bu sorunun cevabı, en sevdiğimdir. Her Türk gencine ilham olması gereken bir hikayedir. Yokluğun, yoksulluğun, ,imkansızlığın içerisinde okuma ateşiyle yanıp tutuşan bir neslin en güzel hikayesi bu sorunun altında yatar aslında. En çok bilinen hikâye bu olsa da daha nice güzel hikayeleri vardır hiç duyulmamış ve en az bunun kadar ilham kaynağı olabilecek.
Sonra ne oldu?
Ne değişti de her şey tersine dönmeye başladı?
Yoklukla mücadele eden, fakirliğin dibinin yaşandığı az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeleri ele geçirmenin en kolay yolu paradır. Zengine para verirsin o parayı katlayarak büyütür. Fakire para verirsin çok affedersiniz ama kenefe bile tahterevalliyle gider.
Dönemin Amerika devlet başkanına, Amerikan mandasına bizi alın diye mektup yollayan insanlar vardı bu ülkede. Marshall yardımlarını alabilmek için yalvaranlar oldu. Halbuki bu ülke takas yoluyla birçok fabrika yaptırmıştı Rusya’ya. Marshall yardımı için yalvarılırken bu ülke yurt dışından uçak siparişleri alıyordu. Fransa’dan, Danimarka’dan, İran’dan sipariş yağıyordu.
Sonra ne oldu?
Savaştan galip çıkmış, Avrupa’yı dize getirmiş, yorgun bitkin ama mağrur genç ülkeyi üç kuruşluk menfaatleri için peşkeş çektiler Amerika’ya.
Marshall yardımını aldılar.
Uçak fabrikalarını kapattırdılar. Hazırı varken neden yapmak için uğraşılsındı ki? Hatta dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Org. M. Zeki Doğan Türkiye’de uçak fabrikasını kuran Nuri Demirağ’a “Amerikan yardımlarıyla bedava uçak almak varken uçak fabrikasına parayla sipariş verirsem, yarın bu millet beni asar” bile demişti.
Sonrasında ne oldu peki?
Hava kuvvetleri uçak siparişlerini iptal edince, fabrika zor duruma düştü ve nihayetinde kapandı. Mevzu çok derin ve vahim aslında.
Bedava uçak almak varken demişti ya, o uçakların maliyeti çok ağır oldu ülkeye hem maddi olarak hem de manevi olarak.
Parayı veren düdüğü çalar misali ulusal çıkarlarımızı zedeleyecek ne kadar karar varsa hepsini aldırdılar. Stratejik önem taşıyan bütün fabrikaları kapattırdılar. Sadece uçak fabrikası değil, uçak motoru yapan fabrika ve paraşüt fabrikasını bile kapattırdılar.
Yetmedi ülkenin geleceği için çok önemli olan Köy Enstitülerini kapattırdılar. Baktılar canavar gibi eğitimli genç nesiller geliyor ve enstitüden mezun olanlar kendi köylerindeki çocukları, gençleri hatta analarını, babalarını yetiştiriyor “Bir dakika durun dediler, sizin eğitilmeye ihtiyacınız yok, biz size her şeyi veririz öğrenip ne yapacaksınız, kapatın bunları, sizin için harika bir eğitim programı hazırlayalım…” ve Fulbright Programıyla eğitim sistemimizin içine de sızmış oldular.
Tatlı tatlı yaptılar her şeyi, yardım ediyoruz, sizi geliştireceğiz, koruyacağız merak etmeyin diye diye altımızı oydular.
Önümüze bir şişe gazoz koydular ve çaktırmadan içine uyku hapını attılar sonra da içimizden geçtiler ve halâ da geçiyorlar. O dönemde eğitimle vurmuşlardı şimdi de tarikatlarla vuruyorlar. Aptal nesillerin Nirvana’sını yaşatıyorlar bize.
Nerden geldim buralara? Aklımda bambaşka bir hikâye vardı halbuki. Başlık tamam da yazacaklarım çok farklı şeylerdi aslında.
10 yumurta kaç öğretmen eder?
Size bu hikâyeyi Sema Soykan’ın “Keşke“ adlı Bir Köy Enstitüsü romanından aktarayım. Bana göre en güzel anlatım budur…
Ali ile Kerim Köy Enstitüsü’nden yetişme iki öğretmendir. Bunların hikayesidir 10 yumurta kaç öğretmen eder.
“Ali’nin oğlu Zafer ilkokul öğrencisi. Bir gün telefon çalıyor. Telefonun diğer ucunda öğretmen Kerim, diğer ucunda talebe Zafer. Kerim, arkadaşı Ali’yi telefona istemeden önce yılların öğretmenliğinin verdiği alışkanlıkla Zafer’e birkaç soru soruyor.
‘İstiklal Marşımızı kim bestelemiştir?’
‘İlk bestecisi Ali Rıfat Çağatay, son hali Osman Zeki Üngör. Armonilemesini Edgar Manas, bando düzenlemesini İhsan Servet Künçer yapmıştır’
‘Konya’nın plakası?’
’42’
‘Aferin. Peki Zafer, söyle bakalım on yumurta kaç öğretmen eder?’
Zaferin şaşkınlıkla ‘O nasıl soru Kerim amca.’ demesi üzerine uzun uzun güler Kerim,
‘Ey okulun akıllısı Zafer. Yanıtını bilmediğin bir soru buldum işte. Şimdi telefonu babana ver. Sonra sorar, ondan yanıtını öğrenirsin,’ diyor.Ali’nin oğluna anlattığı öykü o dönem Enstitü’ye gidenleri en güzel anlatan örneklerden biridir.
‘Kerim ve Ali Kastamonu-Taşköprü ilçesinin yaklaşık 20 kilometre güneyinde, yan yana iki orman köyü olan Boşnakköy ve Armutlu’da yaşayan iki fakir ve çalışkan köy çocuğu. Güneşli bir Temmuz sabahı, Köy Enstitüleri Sınavı’na girmek için ilçe merkezine yürüyerek yola çıkıyorlar. Ali’nin elinde hasır sepet, sepetin içinde annesinin birkaçını kendi evinden, kalanını komşudan tamamlayarak koyduğu 10 yumurta var.
Kerim’in ailesi daha yoksul olduğu için o kadarı da yok. İki çocuk 20 kilometre yolu yürüyerek ilçeye varıyor, bakkala girip o zamanlar bir nevi takas aracı ve para yerine geçen yumurtaların karşılığında bir kalem ve bir silgi alarak ikiye bölüyor ve sınava giriyorlar. İkisi de ilk sınavı başarıyla geçiyor ama bilmedikleri bir şey var ki ertesi günde sınav olacağı. O yaşta iki köylü çocuk geceyi nerede geçireceğini bilmeden Hükümet Konağı’nın yanındaki caddede bir yukarı bir aşağı yürürken, cadde üzerindeki evlerin birinden onları gören bir kadın evine alarak karınlarını doyuruyor ve o gece misafir ediyor. İkinci sınavı da başarıyla geçen Ali ve Kerim Kastamonu Gölköy Enstitüsü’ne kayıt yaptırıyor ve mezun oluyor. Sonra da 30 yıllık öğretmenlik yaşamlarında sayısız öğrenci yetiştiriyorlar.
Ali’nin oğlu Zafer’e söylediği son söz, aslında hepimizin dilinde, yüreğinde yer eden bir cümledir:
“İşte, köyden on yumurtayla çıkan çocuğun öğretmen, subay, mühendis, milletvekili hatta cumhurbaşkanı olabildiği yönetime Cumhuriyet denir evladım”
Ne güzel hikayedir bu. Ne büyük emek, istek ve başarıdır bu hikâyenin sonu.
Profesyonel baba, amatör yazar, sorgulayan, araştıran, teknoloji düşkünü, düne takılmayıp yarını yaşamayı seven doğuştan Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı.
Eşimle beraber kaleme aldığımız yazılarımızı bir arada tutabileceğimiz, bir nevi arşiv olarak kullanabileceğimiz ve paylaşabileceğimiz bir site kurma kararı aldığımızda Garip1Blog ortaya çıktı.
2018 de iki kişiyle başlayan yolculuğunuza zaman içerisinde aramıza katılan dostlarımızla yolumuza devam ediyoruz
Gelir kaygısı olmadan kendi yağıyla kavrulan sitemizde, sinir bozucu reklamlarla boğuşmadan, kahvenizi veya çayınızı alıp, bir birinde güçlü ve değerli kalemlerin yazılarını okurken keyifle vakit geçirebilirsiniz.
10 yumurta kaç öğretmen eder… üç aşağı beş yuları bu hikayenin anlatılışı hep aynı olmaması da mümkün değil ama bu hikayenin bir yazı içerisinde bu şekilde işlendiğini ilk kez tanık oluyorum desem sanırım yanılmam. Hikayeyi direk aktarmak yerine eğitim sistemimiz üzerinden girip vatan sevgisi, Marshall yardımı, Fulbright programından çıktıktan sonra hikayeyle yazınızı taçlandırmışsınız. Zevkle okudum kaleminize sağlık
Sahilde uzanmış güneşin batışını keyifle izlerken bildirim geldi favori bloğumdan, yeni yazı eklenmiş, ne güzel okuyalım dedim.
Yazmak zor iş, denedim, olmadı. Yazabilene hayranım, yazıp okutabilene daha çok hayranım, okuttuğuyla eğlendirerek, düşündürerek öğretene şapka çıkartırım.
Her konuda yazabilmek ayrı meziyet olsa gerek. Ciddi araştırmaların sonunda edindiğiniz bilgilerle akademik sayılabilecek yazıda yazıyorsunuz, eleştirel, muhalif ve eğlenceli yazılar da, sohbet eder gibi, karşınızdakine anlatır gibi kaleme alıyorsunuz.
Çok güzel ve keyifli bir hikaye öğrendim sayenizde, çok güzel bayıldım…
Bu blogda yazan her bir yazara yarı ayrı hayranım.