MASAL
İKİ YIL SAVAŞLARI (MASALIMSI)
Beni siyah zırhıyla dinliyordu
İçinde küllendirdiği ateş tekrar tutuşmak üzereydi
İzin vermiyordu suskunluğu
.
.
.
.
.
Mutlu günlerin yeşil yolları vardı, yağmurları vardı
küçük çocuklar uyur gibi huzurlu
bir şarkı mırıldanıyordu dostumuz
Her şey yerli yerindeydi
Hiçbir şey kirlenmemişti
Yakıcı ve sahici bir aşk vardı
asla bitmiyordu
güzeldi ve saf’tı
zehir katılmamıştı.
aşkın sütüne su katılmamıştı.
Ne kadar çok şarkı vardı her şeyi hatırlatan
Aşk için çok şey lazım
Yüzeyde en basiti mimikler
İçerde şiirsel sözler
(O mavi otobüs sevdiği kızı alır giderdi)
Şarkılarda…
İsyan ederdi
Hâlâ geceleri
o mavi otobüse
Yanındaki kıza bakardı
yeniden özlerdi.
BİR AYRILIK MASALI
(İSTEK)
Dudağındaki güneş kar topluyordu
Suskunluğun okları son sürat yol alıyordu
Ayrılacaklardı kesin
Bazıları herşeyi abartır
(Onur, gurur, sevda, ayrılık vb. büyük büyük olaylar, duygular vs.)
Deforme olmasın ilişkiler ve tabii ilişkilerin tarafları da…
Bu şarkı, şarkının bu yeri, hangi yaranın kabuğunu söküyor yerinden
Hem kızıyorum, hem acıyorum
(bu ikisinin birarada olmasından nefret ediyorum)
Kızmak ve acımak birlikte olunca berbat bir şey çıkıyor ortaya çünkü.
Aşkın muhteşem vecd evresinde uçuyormuşum
Bütün sızlatan herşeyi (hatta etkisi geçenleri bile) toplayıp döküyorum önüme ağlıyorum.
Unutmak bir perdedir. Perdeyi açıyorum:
Güneş giriyor içeriye yakıyor,
Güneş giren yere doktor giremiyor,
Yanık tedavisi yapılamıyor,
Tüte tüte ölüyorum,
Seher vaktine kadar…
(Seher vakti; sabahın ilk saatlerine denmezmiş, gecenin son vaktine denirmiş. Muhteşem bir bilgi. Aynı şey değil mi demeyin, bozuşuruz.)
Anlaşılır olmak lazım diyorlar… neye kime göre anlaşılır olmak?
Boşverin ben deli deli devam edeyim, delidir ne yazsa yeridir desinler.
(ben bir tek burada deliriyorum, kafa gidiyor, tütüyor, ben bile müdahale edemiyorum, napayım yani…)
Böyle durumlarda mutlaka yanımda şarkılar oluyor, bu deliliği katlayan bir şey; taçlandıran, podyuma çıkaran, alkışlatan, göklere çıkaran, göklerden cehennem çukuruna atan…
(daha çok uzatabilirim haaa!..) (çünkü şarkılar var ya bütün suç onlarda… deli deli)
Şarkı da bir feryat biçimi değil mi ifadenin?
İki yıl boyunca bütün şarkılar bana çalıştı…
Şarkının ilk etkisi ve gözlerimin önünden geçen film şeridinin gücüyle kapısına dayandım çoğu kez…
Kalbinin anahtarı kapının üzerinde kalmış (içeriden)… giremiyorum.
(anahtar içeride kalmış, ben kapıda)
(camlardan dökülmüş bütün kelimeler, harfler, cümleler beni seyrediyor, ayıplıyorlar, git burdan diyorlar, gitmiyorum)
Aşkta gurur yoktur yazdırıyorum onlara gökyüzüne baka baka…
bana ne bakıyorsunuz siz diyorum!
(ne bakıyorsunuz ayı mı oynuyor burda demek istiyorum, bu kadar özgür küfretmek istiyorum)
(ayı küfür oluyor burada) (ayı niye oynar, insanlar ayı oynayınca niye bakar, ayıyı oynatan AYI’yı bu duygusal yazıda aklıma getiren harflere ne denir! deli deli kulakları küpeli)
Durun bir dakka bence yazı hazır raydan çıkmışken, bir de bu konuda bir iki laf edeyim. Eskiden insanlar acımasız ve akılsızmış. ‘Bazı insanlar’ diye düzeltiyorum: Eskiden bazı insanlar acımasız ve akılsızmış.
Bir ayıyı oynatmak, onu seyrettirmek, sokak sokak dolaştırmak, onun üzerinden para kazanmak (ayının oyununu seyrettiği için mendile para atanın aklını sorgulamaya gerek bile duymuyorum. Çünkü o düşünmüyor, eskiden düşünülmezdi.) Ayı niye adamı dinliyor, adam onu nasıl terbiye etmiş, nasıl bir işkenceye maruz bırakmış (ödül vererek yaptığını hiç sanmıyorum). Bir de burnuna piercing takanlara “ayı gibi burnuna halka mı taktın” lafı… Ayı gibi mi? Ah evet ya. Ayı işte “burnuma halka takayım, ucuna da zincir, AYI’nın biri sokak sokak gezdirsin beni” demiş olmalı.
Gelelim ikinci konuya; “Deli deli, kulakları küpeli” konusuna…
Bir deliye “deliii deliii” diyebilen, kulaklarına da küpe ekleyen, onu kızdırmaktan sadistçe bir zevk alan o vicdansız kısma hiç gelmek istemiyorum. Çünkü benim harflerim hiçbir zaman bunu çatamaz birbirine… deli deli diye ancak kendime söyleyebilirim ya da deli olmayan birine, espri olsun diye, sevimli olsun diye…
(Derdin ne senin? (kendime söylüyorum) Kafayı mı yedin? Şimdi yazının içine ettin bıraktın (hâlâ kendime söylüyorum) Seni çözemedim ben, başkalarından çözmesini beklemeye hakkın var mı? Anlaşılmayı falan bekleme bu saatten sonra (hâlâ kendime), böyle gelişine salla gitsin)
Parantezler, söylemeye utandığım sözleri himaye altına almak içindir. Saklandığını zannetsinler diye. Oysa parantezi bi yıksam, berlin duvarı kalkacak sanki ortasından yazılarımın ve kavuşacak iki taraf birbirine… sarılacaklar, parantezle ayrıldıkları yıllara inat…
(Yok yok gidiyorum ben, artık toparlayabileceğimi sanmıyorum. Yetsin bu kadar, sonunu siz yazın artık. Eski filmlerden alıştığımız üzere; bu 2 yıl savaşlarını ve ayrılık hikayesini Mutlu Son’la bitirin, olsun bitsin!) (Benim kafa gitti, gidip getireyim, lazım olur.)
Mevsimlerin kızı Eylül…
Eylül’ün ise en bebek saati…
Ankara’da…
Bir Seher Vakti doğmuşum…
Çok seher vakitleri görüp günler devirmişim,
Büyümüşüm, büyürken düşüp kalkmışım,
Hayatı sevmişim herşeye rağmen,
Hayatın bir okul olduğunu, sevinçler, kederler, başarılar, başarısızlıklarla dolu, ama herşeyin geçici olduğunu görmüşüm…
Geçici olan bir çok şeyi yazarak kalıcı kılmışım, yazmayı ve okumayı çok sevmişim..
Ne yaparsam yapayım aşk’la yapmayı seçmişim… dil’den değil kalp’ten olsun diye cümlelerime çok özen göstermişim.
Sevmişim, sevilmişim, en çok aşk’ta takılıp kalmışım… evlat tatmışım, iyi evlat olmaya çalışmışım, vatanımı, bayrağımı çok sevmişim… İstanbul’a hayran kalmışım, böylece şehirlerin en güzelinde yaşamayı seçmişim…
Halen dostalarımın ve ezelden beri var olduklarını düşündüğüm dostluklarımın tadını çıkarmaktayım…
Yaşanmış zorlukların dile gelmesi kadar güzel bir şey olamaz sanırım. Güçlü kaleminiz harika anlatımınızı tamamlıyor. Kaleminize sağlık
Kaleminize sağlık, yaşananların, duyguların, hislerin, çıkmazların masalımsı anlatımı, daldan dala konuyormuş gidi görünen ama bütünlüğü olan harika bir yazı olmuş.