ZORDUR BURALARDA KADIN OLMAK!
O sabah evden çıkarken, akşam sona kaldığı minibüste başına neler geleceğini bilmiyordu…
O akşam eve giderken, boşanmak istediği kocasının kapıda, elinde silahla bekleyebileceğine kimseyi inandıramamıştı.
O gün okuldan çıktığında sadece kıyafeti bahane edilerek kaçırılıp, ailesini bir daha göremeyeceğini bilmiyordu.
Namusunu temizlemek için tecavüzcüsüyle evlendirileceği aklına gelir miydi?
Yaşıtları oyuncaklarıyla oynarken, amca, dede diyeceği yaştaki adamla evlendirileceğini biliyor muydu?
Akşam işten yorgun geldiğinde, çalışmayan kocasının, oturduğu yerde kendisine bir yemek, bir ütülenememiş gömlek bahane edilerek, bağırıp çağırmak için beklediğini biliyordu ama yapacak bir şeyi yoktu.
Kadınlığıyla ilgili hakaretler işitirken her gün, onun erkekliğiyle ilgili bir tek sözün cinayet sebebi olacağını biliyor muydu?
Boşandığı için, sahip çıkılmak yerine (ki bunu da istemiyordu) gözlerin, bakalım ne kadar namusluymuş diye onun üzerinde olduğunu biliyordu…
Anasına, bacısına el kalktığında dünyayı yıkan adamın, kendisine de aynısını “onlar haksız ama ben haklıyım” düşüncesiyle yapacağını bilmiyordu…
Canının, varlığının ne kadar ucuz olduğunu biliyor muydu?
Çorba sıcak diye kaşığın fırlatılacağını, bildiği bir konuyu anlatırken, gurur meselesi yapılıp masanın üzerine devrileceğini, pantolonun çizgisi istediği gibi olmadıysa bardağın çanağın fırlatılabileceğini…
Şikayet ettiğinde her koşulda suçlunun kendi, masumun onlar olabileceğini…
Daha yaşadığımız, gördüğümüz, okuduğumuz yüzlercesi… Milyonlarcası…
Biliyordu, bilmiyordu… Ama her gün sadece “kadın” olduğu için yüzlerce tedbirle, tedirgin yaşıyordu. Yine de olmuyordu.
Zordur buralarda kadın olmak!
Ev kadınısındır, ekmek elden su gölden yaşıyorsun sanırlar, emeğini görmez, çoluğun, çocuğun nasıl büyütüldüğünü anlamaz, işlerin, güçlerin bütün gün yan gelip yatarak hallolduğunu sanırlar.
İş kadınısındır, önce eve yetememekle suçlarlar, doğuştan eline tutuşturulan prospektüsünde neye iyi geldiğin, ne yapman gerektiği yazıyordur. Olmadıysa eksik ya da kötüsündür. İşte olduğun saatlerde evde kimin başına ne geldiyse sorumlusu senden başkası olamaz. Yorulup da bir şeyleri erteleme, eksik yapma şansın bulunmaz. Bir de, hem paranı son kuruşuna kadar elinden alıp hem de düzgünce çalıştığın işinde namusunu ilk önce evdeki sorgular. Başarılı kadına sözde hayranlık duyarlar ama başarılı olmaman tercihtir, olma diye bacağından tutup aşağıya çekmeye çalışırlar. İşte (hatta kafası modern görünen insanlar da) sadece cinsiyetinden dolayı seni arka plana almaya çalışırlar, mobingi vs. si saymıyorum bile. Sonuna kadar tepe tepe kullanırlar. Korkarlar, dışarıdan ya sen daha akıllı, daha başarılı, daha umutvar görünürsen diye… Yüzlerce yolu vardır seni geride tutmanın ama ilk ya kadınlığından, zayıflığından ya da anneliğinden vururlar.
Zordur buralarda kadın olmak!
İstisnalar yok mu? Elbette var. Keşke istisna değil, genel olabilseydi…
Nerede yeterli görülür kadın? Görülmez, görülürse suların tersine akacağından korkulur, düzenin bozulacağından…
Zordur buralarda kadın olmak!
Şöyle bir adım geriden bakalım mı? Kadın denildiğinde akla ne geliyor bizim toplumda? Öncelikle yalnız düşünülemiyor kadın. Erilin tahakkümünde, anne, hizmet eden, evi çekip çeviren, çocukları besleyip büyüten, giydiren, hizmet eden, fedakâr, ağır başlı, itaatkâr, geri planda durmayı bilen… Bunlardan biri bile eksik olsa toplu halde eleştirilen, kızılan, …ve daha ötesi de…
Küçümsenen, ilk fırsatta ezilen… El altında dövülmek, sövülmek, nazlanmak için bulunan, fikren ya da fiziken taciz, tecavüz edilen, emeği yok sayılan, görmezden gelinen…
Bu kadar mı yani?
Bütün bunların, yalan olmasını dilediğin halde, gerçekten yaşanmış olduğunu ve bir yerlerde halâ yaşanıyor olduğunu bilirsin, kendinden, eşinden, dostundan, haberlerden…
Yakın zamanda yaşanan çok basit bir olay mesela, durumdaki vehamete kısacık bir örnek: Kadın eşiyle beraber “şaka içerikli” bir video çekiyor. Araba içinde, biraz eşine nazlandığı, kısacık bir süre kapris yaptığı, sonunda da karı koca her ikisinin de gülerek sonuçlandırdığı bir video. Gerçekten eğlenceli ve güldüren birkaç dakika. Altına yapılan yorumlara inanamazsınız. Kadının “Ölmeyi , öldürülmeyi hak ettiği”, “Dövülmesi gerektiği”, kocası tarafından “Arabanın kapısına parmaklarının sıkıştırılarak kırılması” gerektiğine kadar. Sosyal medya magandalığı mevcut tamam. Ama bu toplumun “kadın düşmanlığı” ne olacak?
Hem de bu kadar desteklenirken bu düşmanlık…
Zordur buralarda kadın olmak!
Oysa toplumun temel direği, demek değil miydi kadın, incelik, güç, emek, duygu, sabır, sebat, üretkenlik, hayat… Hayatın rengi demek değil miydi?
Değer verilen, yüceltilen, sevilen, baş tacı edilen, el üstünde tutulan olmalıydı kadın…
Geride tutmaya çalışırsan kadını, geride kalır aile, toplum. Donanımını, eğitimini yüksek tutmaya çalıştığın olmalıdır kadın. Bu da ancak sürekli ve kaliteli eğitimle, kadının hayata kazandırılmasıyla olur. Çünkü yarınındır o kadın. Evladını, ailesini, mahallesini, ülkesini, bu dünyanın geleceğini büyütecek, büyütürken de şekillendirecek olandır. İnsanlığın mutluluğu, kadından ve kadının eğitimli, toplum içinde var olmasından geçecek.
Kadın gözüyle hayatımdaki kadınlara baktığımda ne görüyorum biliyor musunuz? Öncelikle genç kızlarımıza baktığımda, gümbür gümbür gelen yeni bir yeni nesil var. Donanımlı, dünyaya açık, pırıl pırıl, asla geride kalmayı kabul etmeyen. Topluma kadın değerini, yerini anlatan anneler, kenara çekilmeyip hayata değer katmaya devam etme çabasında yetişkin kadınlar. Annelerimizden başlayan, bizlerle devam eden, çocuklarımıza ulaşan azalmayı kabul etmeyip, değerleri çoğaltmaya çalışan kadınlar. Her birinin kendilerine ait direnç, bilgelik, inat dolu hikayeleri var. Dallarını kırmaya çalışan sert rüzgarlara rağmen, daha güçlü daha fışkırarak yeşeren, durmadan çiçek açan ağaçlar gibi. Mimoza gibi… Şartlara rağmen, daha farkında, daha umutlu… (İstisnalar yok mu? Elbette var. Keşke olmasaydı)
Umuyorum ve inanmak istiyorum ki, bir gün tüm bunları yazmaya çizmeye gerek kalmayacak. Devletin tüm kademelerindeki kişiler acilen, çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek toplumun bilinçlenmesi için işe yarar ve uzun vadeli çözümler üretecek. Kadının da erkek kadar özgür olduğu, lafta değil uygulamada yaşanır, yaşatılır olacak. Temel insani ve ahlaki değerlerimiz tekrar sorgulanacak, ayarlarımızla oynanmasına müsaade edilmeyecek. Sevmek gerekecek, güvenmek gerekecek, hoşgörü, merhamet hatırlanacak bunlar için… Kendini sevmek, geleceğini, ülkeni sevmek…
Hatta bir gün gelecek; elinin hamuruyla erkek işine karışma, dili/eteği uzun aklı kısa… gibi sözler, kadınlarla başlayan küfürler, cümleler söylenmeyecek. Erkek egemen dilin, görüşün, adaletin yıkıcılığından da vazgeçilecek. Kadının arkada tutulduğu ya da kullanıldığı günler bitecek, mimoza misali çevreye saçtığı ışığı, pırıltısı söndürülmeyecek, kadın ve erkeğin yan yana, omuz omuza durduğu günler görülecek.
Unutmamak gerekir ki: Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk tam anlamıyla inançlı ve samimi bir kadın hakları savunucusuydu. 1926 da Türk Medeni Kanunu ile kadınların hak ettikleri değeri görebilmeleri ve layık oldukları yaşam koşullarına ulaşabilmeleri için eğitim, siyaset ve istihdamda yasal değişiklikler yapmış, 1934 de dünyada bir çok ülkeden önce kadınlara seçme ve seçilme hakkını vermişti. Her fırsatta da kadının önemi ve değerini belirtmiş, konuşmuş, yazmıştı. Atamız “Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurun sonucudur. (31 Ocak 1923 İzmir Konuşması)”, “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir, kadınlarımız eğer milletin gerçek anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden çok daha aydın ve faziletli olmaya çalışmalıdırlar” sözleri ve daha niceleri ile yapılması gerekenleri, yapılanlardan da uzaklaşmamak gerekliliğini daima hatırlatmıştır.
Ah güzel mimoza; Dünya Kadınlar Günü’nün sembolü olarak seçilmiş yıllar önce, hem Mart ayında açması, baharın müjdecisi olması, umut ve neşe saçması, altın gibi parlaması, hem de kırılgan, ince, zarif olup yine de her zorlu koşula rağmen kışı atlatıp, güçlü kalarak açıp, kokusuyla da büyülemesi nedeniyle…
Kendi hikayesinin kahramanı olmayı şeçmiş ve ne olursa olsun bir gün seçecek tüm kadınların “Kadınlar Günü” kutlu mutlu olsun. Neşe ve umutla kalın…
Hep yazdım, kendimce…
Bazen kısacık cümleler, bazen uzun sayfalar…
Küçük sözleri, duyguları, durumları bir cümleyle,
Ki benim için anlamları büyük diye…
Söz uçar da yazı kalır diye…
Sevdiklerime yazdım unutmasınlar diye,
Kendime not, geleceğe mesaj, hatırlatma, uyarı…
Hatırlayayım diye
Benden bir iki cümle kalsın diye.
Masal okul sırasında yazılıp silinen cümlelerle başlamış
Bilememişim…
“Sende bir sürü şiir vardır, göndersene…” cümlesiyle devam etmiş…
Ruhumun martıları o gün uçmuş işte mavilere…
Şimdi de bazen şiir, bazen yazıyla devam ediyor bu yolculuk,
Kendi halinde…
Açık, koyu, soluk, canlı…
Ama mavice…
Gönül isterdi ki 8 Mart Kadınlar gününde kadın hak ve özgürlükleri, kadın cinayetleri, kadın istismarı, aile içi şiddet gibi can yakan konularla anılmasa.
Kaleminize sağlık, emeğinize sağlık. Kadınlar gününüz kutlu olsun.
Kaleminize sağlık, kadın olmanın kolay olmadığı bir dünyada bunu başarabilen bütün kadınların günü kutlu olsun.
Bu güzel dileklere içtenlikle katılıyorum. Ve erkek zorbalığı altında ezilen, çaresizleşen, ölen, çile çeken kadınlarımıza da üzüntüyle dua ediyorum. Eline emeğine sağlık canım, harika bir yazı olmuş
Kadın olmak gerçekten zordur, ne güzel kaleme almışsınız, yazmak hiç de kolay olmamıştır, katledileni şiddete uğrayan kadınlarımızı hatırladıkça. Kaleminize sağlık.