MASKENDEN TANIDIM SENİ
Şöyle kenara çekilip düşünme saatleri.
Neredeyim, ne yaptım, ne yapacağım? Neler oldu, neler olabilir? Genellikle gerçek en acımasız yüzüyle karşımdadır bu zamanlarda, ihtimaller, getiri ve götürülerle, geçmiş, bugün ve gelecekle kol kola. Beni boş yere meslek de hayat da matematiğe sürüklememiştir herhalde. Hayaller de var tabi, umutlar, dilekler, dualar da. Her şey serbesttir bana bu anlarda, gülmek, ağlamak, kızmak, söylenmek her şey, sınırsız ve cesurca… İster kendimi koyarım karşıma istersem de o anlık bahse konu kişiyi ya da sadece bahsi. Çok da sevgi pıtırcığı olmadığım, gerek de duymadığım anlar bunlar. Acıtır bazen.
Gerçeğin saf hali.
İyi gelir, doğal terapi.
Yine öyle bir zaman. Buldu ya fırsatı, iç sesim hemen konuşmaya başlıyor:
-Şimdi iyi miyim? Evet.
-O amacım olan huzur? Her şeye rağmen evet.
-Ama ne çok yorulmuştum ne çok yara almıştım ben.
-Ayaklarım yara bere içinde, kaç kere “dur artık yeter, bırak burada, kabul et yenildin” dedi hayat. Nefesimi keser gibi umudumu kesti insanlar, şartlar. Yürüyemezsin artık bu ayaklarla dediler hepsi birden.
İnat ettim. Kendilerine, hayatlarına bakmaları gerekirken, kollarını kavuşturup izlediler. Ayakta durup duramayacağıma baktılar, ‘ben demiştim’ demek için, alay etmek için fırsat kolladılar. Ayakta da hayatta da durdum, sonra gücümü toplayıp yürüdüm de.
-Ellerim su toplamıştı yangınlardan parçalarımı toplarken, vazgeçmedim yine de, güzelliklere dokundum, hayata tutundum.
-İki yüzlüyle işim olmaz dedim, hiddetlisini, şiddetlisini sevmem dedim, zalimle hiç yapamam dedim, sahtekardan, sahtekarlıktan kaçtım, sadece menfaatini düşüneni hayatıma sokmam sandım. Ülkemde, çevremde, bazen daha da yakınımda tam da bunlara hayatımı, benliğimi “al bu da benden olsun” dercesine bozuk para gibi dağıttım. Bir gün baktım, herkese yettim de kendime yetemedim aslında, bir ben azaldım.
Yeniden kendimi arttırmak gerekiyordu, büyümek, dirilmek gerekiyordu, bunu da öğrenmek gerekiyordu. Öğrenci olmayı kabullendim, bu yolda kıdemli öğrenci olarak kaldım. Bunlar yazmak, konuşmak kadar da kolay değildi hani…
Yaşamak gerekiyordu, yaşamayı… Yetinmek gerekiyordu, yetinmeyi… Sabır gerekiyordu, sabrı… Küçük ilk adımlarla yeniden başlamayı, daha büyük adımlar atmayı, koşmayı öğrendim…
Ve sonra öğrenmeye devam ettim… Kusursuzluk arayışının kusurlu olduğunu, mükemmel olmaya çalışmanın yersizliğini, imkansızlığını, hata yapabileceğimi. Düşüncelerim düşünce yerlere, benden başka toplayacak olmadığını, düşürmeden tutmanın daha doğru (ve bir o kadar da zor) olduğunu, derli toplu kalmanın zorunluluğunu.
Benim hiç depresyona girme hakkım, dağılmaya hiç fırsatım olmadığını düşündürdü, yaşattı şartlar.
Bu arada bir şey daha öğrendim. Ne mi? Hassasiyetleri güçlü tutmak gerektiğini. (Bugün kenara çekilip kendimle baş başa geldiğim noktaya, konuya bak)
Madem mevzu buralara gelmek istemiş bugün, konuşalım.
Ama önemli mi? Önemli…
Ne tuhaf bir öğreti.
Hassas bir kalp, kullanılmaya açık, duyarlı vicdan… Hiç kaçırmıyor kötü niyetliler bunları. Çok hızlı keşfediyorlar, yakınlarınızda bulundularsa bir zaman, zaten ağzınızla söylüyorsunuz, biliyorlar. O hassas yerleri içinde yaşamak çok güç. İradeyle, kişiliğin güçlü olmasıyla da alakası yok. Biraz kanınız canınız var ve üstüne de bir tutam duygu eklendiyse yaradılışta ve sonrasında, insan gibi bir şeyseniz bir de… Hemen anlaşılıyor. Doğal olarak ve fark etmeden ele veriyorsunuz kendinizi.
Kötülük karşıma hiçbir zaman “ben kötülüğüm” diye çıkmadı ki. Bin bir çeşit maskesi vardı. Bazen gülümseyen yüz, bazen uzanan bir yardım eli, iyiliğimi istediğini söyleyen bir dost görünümlü, bazen de eski bir tanıdıktan gelen, beni yumuşak karnımdan vuran anlamsız uyarı. Abartılı ve şüpheli, “Şimdi bu da nereden çıktı” diyeceğim saçma bir tutum varsa, oraya hep bir soru işareti, hatta birkaç da ünlem işareti koymak zorunda kaldım ben. İşte orada hep bir maske vardı.
Ah o maskeler… İyilik maskesi, görmüş geçirmişlik maskesi, vicdan maskesi, çaresizlik maskesi, akıllılık maskesi. Var da var. Genellikle onu takan, evinin anahtarı gibi yanında taşımaya alışmıştır. Maskesiz çıkamaz insan karşısına.
Neden maske vardır yüzlerde? Saklanmak için, asıl kimliğini, yüzünü göstermemek için. Asıl kimliğini göstermekten ya korktukları ya da menfaatlerini bu şekilde sağlayamayacaklarını düşündükleri için. Maskeyle insanları, duygularını şaşırtmak, karıştırmak, onları kandırmak daha kolay olacağı için.
İşte o saklayamadığın en hassas yerinden vurarak seni, planlı kullanmak için. Eksik hissettirerek, borçlu hissettirerek, olmadı mı, anlamını bilmediği vicdan kelimesini ortalığa serpiştirerek…
Maskeyi takınca zırh giyinmiş sanırlar kendilerini, yüzünüze bakıp, utanmadan yalan söyleyecek cesaretleri vardır da, sizin de biraz aklınızın olabileceği hatta onlardan daha zeki olabileceğiniz ihtimalini düşünebilecek duyguları ve zekaları yoktur… (Oh söyledim) Sizi mermi yapar, silahlarına koyar, en iyi tanıdığınız kendinizle ya da o bildikleri en hassas duygunuzla vurmaya kalkarlar önce. Kendinizden şüpheye düşürmeye çalışırlar. Olmadı mı? Güç maskesini takıp; sizi, duruşunuzu, gücünüzü, başardıklarınızı, yaptıklarınızı küçümserler. Yine mi olmadı? Eğitimleri olmadan, bu ilimin kenarından bile geçmedikleri halde, dünyanın en başarılı psikoloğu maskesini devreye sokarlar, zihninizle oynamaya kalkarlar. Ne psikolojik rahatsızlığınız ne aileden, eş, dost, yakınlardan bulaşan rahatsızlıklarınız kalır. Ruh hali, kafası, ailesi, çevresi en sağlıklı onlardır. Kusursuzluk maskesi var mesela, kendi hayatlarını kusursuz bulup, aldığınız nefesin bile kusurlu olduğuna inandırmaya çalışırlar sizi.
Yine mi olmadı? Zavallılık maskesini takarlar hemen… Ya da dilenci maskesi, en kötü şeyler onların başına gelmiştir, kimse acımamıştır, kimse elinden tutmamış ona bir şey vermemiştir… O hep zarardadır. Tutmadı mı? Ergen maskesi takılır, hırçınlaşırlar, mantıklı mantıksız ağızlarına geleni söylerler… Kabadayılık maskesiyle döver, söver, yıkarlar. Sonra hassas kalpli maskesine geçip istedikleri kadar küsmeye hak kazanırlar.… Hepsi birbirinden beter. Ve sonu yok, maske bavullarını hep yanlarında taşırlar onlar. Hayatlarını tiyatroya çevirirken, sahneye başkalarını da almaya çalışırlar. Oyun başarısız mı oldu? Finalde, ara perdede, başrol oyuncusu olan kendilerine kızmazlar da maske takmayı beceremeyen, bilmeyen, tercih etmeyen, o oyuna figüran etmeye çalıştıklarına kızarlar, onları hedef gösterirler.
Kendi yalanına inanmak var ya… Maskesini gerçek yüzü sanmak da var işte. Kendine göre Oscarlık performanslarıyla bir süre sonra oyunu sadece kendilerine oynarlar, oyunlarının önce dram, sonra komediye döndüğünü bile fark etmezler.
Bir noktaya geliyorsun… Şöyle bir uzaktan bakıyorsun, bu işte bir tuhaflık olduğunu anladığından, uyandığından ya da artık gerçek dışılığı gördüğünden, belki de kendini ve hayatı daha çok tanıdığından, sana hayatını başka bir şeymiş gibi anlattıklarında, “o öyle değil, bu anlattığın ben ve benim hayatım değil” deme güvenini kazandığından, hiç kimsenin çiğliğini, hasetliğini, kötülüğünü, aptallığını, şımarıklığını tolere etmekle uğraşmak istemiyorsun. Kimseyi beni taşımak zorunda bırakmazken ya da en azından bundan çekinerek yaşamaya çalışırken, ‘ben neden bunlarla uğraşayım ki’ diyorsun.
“Maske düştü, kel göründü” derler ya… İnanılmaz zaman ve enerji kaybı o maskeyi düşürmeye çalışmak. Değer mi? O yüzden maskeyi düşürmek değil maskeyi tanımak önemli.
Zaten o maskeler genellikle düşmüyor, yapışıp kalıyor, sımsıkı sarılıyor sahibi onlara ama fark etmiyorlar, tüm kötülükleri yine de maskelerinin kenarından sızıyor.
Bir adım geri çekilip bakıldığında ne maske ne altındaki yüz ne de kelden hayır beklenilmeyeceğini görüyor insan. Maskeler yüzünden kaybettiği o zaman ve enerji için acı ve üzüntü, kazandıkları, öğrendikleri için hissettiği gurur ve mutluluğa rağmen, “ömür” denilen sürenin bunlarla uğraşılmayacak kadar kısa olduğunu anlıyor.
Biliyor ki artık maruz bırakılıyor olmak, mahkûm olmayı gerektirmiyor. Zincirler de o noktada tamamen kırılıyor. Özgürlük…
(Ah bu benim iç sesim bazen çok konuşuyor. Ona kısa süreler yetmiyor.)
-Ben seni maskelerinden tanıdım. Şu eski püskü, delik deşik, vazgeçemediğin maskelerinden.
Maskeler senden sıkıldı da sen indiremedin yüzünden, yedeklerini bırakamadın elinden.
E o zaman ne yapmak gerekiyor?
Bu kısa hesaplaşmanın sonunda söyleyecek çok söz var halâ ama… Bitirmek, hesaplaşmalar yüzünden hayatı da kaçırmamak, maske ve sahibini kendi dağında bırakıp, karşı dağdan yola devam etmek gerekiyor.

Hep yazdım, kendimce…
Bazen kısacık cümleler, bazen uzun sayfalar…
Küçük sözleri, duyguları, durumları bir cümleyle,
Ki benim için anlamları büyük diye…
Söz uçar da yazı kalır diye…
Sevdiklerime yazdım unutmasınlar diye,
Kendime not, geleceğe mesaj, hatırlatma, uyarı…
Hatırlayayım diye
Benden bir iki cümle kalsın diye.
Masal okul sırasında yazılıp silinen cümlelerle başlamış
Bilememişim…
“Sende bir sürü şiir vardır, göndersene…” cümlesiyle devam etmiş…
Ruhumun martıları o gün uçmuş işte mavilere…
Şimdi de bazen şiir, bazen yazıyla devam ediyor bu yolculuk,
Kendi halinde…
Açık, koyu, soluk, canlı…
Ama mavice…
İki yüzlü, sahtekar, narsist ilişkiler. İstisnasız herkesin hayatında vardır, ister özel ister iş hayatı, o kadar ince ruhlu olabiliyorlar ki sizi çok güzel avuçlarının içine alabiliyorlar. Siz olayın farkına varıp uyandığınızda dünyanın en çirkef insanları oluyorlar. Ne çektik bu tip insanlardan.
İş hayatım boyunca beni hiç yalnız bırakmadılar, başarılarımı onlara borçluyum aslında, onlar vurdukça ben hırslandım, onlar vurdukça ben hırslandım ve sonunda pes ettirdim ama bitmiyorlar tükenmiyorlar, hayatımızın her anında başımızın belası olarak yanımızdalar. Kaleminize sağlık
Nedense hep en yakınızdaki insanlar bu maskelerle dolanırlar etrafımızda. Kaleminize sağlık.
Maskelerini tek tokatta yüzlerine yapıştırmak istediklerime boyun eğmem de benim ayıbım olsun. Cesaretinden ve iç sesinden öpüyorum…